Bir kapalı yerleşme (bu bir kapalı banliyö de olabilir, bir kapalı site de), önce çevreden yalıtan duvarlarla gösterir kendini, bir de çeşitli güvenlik önlemleriyle donanmış kapısıyla. Özel güvenlik görevlileri, elektronik güvenlik araçları, güvenlik kameraları...vb. Bu vurgulanmış güvenlik önlemleri her seferinde size "güvenlik duygusu"nu anımsatacaktır. Ya da aslında ne denli güvensiz bir "yer"de olduğunuzu. Önlemlerin kalkması, yani kentin içindeki herhangi bir yerdeki koşullara dönülmesi düşünülemez bile. Kısacası, "güvenlik önlemi" kapalı yerleşmenin ontolojik ön koşuludur.
Kapalı yerleşme, "yer"e ilişkin hiçbir bilgi vermez. O yüzden de bulunduğu "yer"den değil ona yüklenen anlamdan yola çıkarak adlandırılır. Çevresinde o yeri tanımlayan, kimlik veren, ayırt edici bir öğe varsa, o da hemen üretilen anlamın içine katılacak ve kapalı yerleşmeyi o yerden ayrıştırmanın aracına dönüşecektir. Kimlik verici öğenin bağlamın içine çekilip çevre dekorunun bir parçası olarak "yeniden üretilmesi" en sık rastlanan durumdur. Bu da "yer"e ilişkin son verinin de yitimi olur. "Yer"i ortadan kaldırma, kapalı yerleşmenin bir başka ontolojik ön koşuludur.
Kapalı yerleşmelerin ortaya çıkışı, insan-konut-kent ilişkisindeki çözülmeyi gösteriyor. Bu çözülmede belirleyici olan ise, öncelikle "güvenlik duygusu". Bu aynı zamanda, geleneksel kentte var olan yere bağlı güvenlik duygusunun da yitimini işaret ediyor. Güvenliğin yere bağlı varlığı, doğal bir biçimde gerçekleşmesini ve doğal bir işleyişle denetlenebilmesini getirir. Belirli bir mekâna ilişkin güvenliğin yere bağlı doğal dizgelerle kurulduğu geleneksel dünyada, yer ve mekân aynı anlamı ifade eder. Burada, yer ile mekânın aynılığıyla, mekânı var eden eşzamanlılık olanağının aynı zamanda belirli bir yeri tanımladığını söylemek istiyorum. Yani, geleneksel dünyada, mekânsal eşzamanlılık durumu, aynı "yer"de olmanın da kendisidir. Modern dünyada yer ve mekânın ayrıştığını, mekânın yani eşzamanlılık durumunun, "yer"den bağımsızlaştığını biliyoruz. Artık aynı mekânı paylaşmak için aynı yerde olmak gerekmiyor. Eskiden satranç oynamak için, o "yer"de (o "mekân"da) bir rakibin varlığına gerek duyan kişi şimdi farklı bir yerdeki rakibiyle aynı mekânı (web mekânını) paylaşabiliyor. Kısacası, eşzamanlılık olanağı artık yerden bağımsız.
İşte tam bu noktada, yere bağlı güvenlik duygusunun yitimini ve yerden bağımsız ama mekâna bağlı yeni "güvenlik duygusu"nun ortaya çıkışını görüyoruz. Başka bir deyişle, doğal güvenlik dizgeleri yerini soyut güvenlik dizgelerine bırakıyor. Evini elektronik güvenlik donanımına terk eden kişi, güvenlik merkezinden cep telefonuna ulaşacak bilginin verdiği "güven"le başka bir yere gidiyor. Yani, o kişi evinden ayrı ama bu ayrılık yalnızca yere ilişkin, çünkü eviyle halâ aynı mekânı (eşzamanlılığı) paylaşıyor, bu da ona güvenlik duygusu veriyor. Ne var ki soyut güvenlik dizgesi alabildiğine kırılgan ve soyutlaştıkça da kırılganlığı artıyor. Başka bir deyişle, güvenlik dizgesi soyutlaştıkça güvensizlik üretiyor.
Şimdi yeniden insan-konut-kent ilişkisindeki çözülmeye dönebiliriz. Bu çözülmede, yerin sağladığı doğal güvenlik duygusunun yitiminin belirleyici olması, konutun kendisine, doğal değil kurmaca güvenlik dizgeleriyle tanımlanmış bir "yer" aramasını getiriyor. Ama aslında burası da bir "yer" değil, "yok-yer" olmak zorunda ve tüm yok-yerler gibi kendisini önce güvenlik dizgesiyle tanımlamalı. Öteki yok-yerleri anımsamakta yarar var: Hep bir "güvenlik kapısı"ndan girilen alış-veriş merkezleri, oteller, tatil köyleri, havaalanları...vb. "Güvenlik kapıları"nın ardına saklanmış kapalı yerleşmede kendisine güvenli bir yer arayan konut, aslında "yer"i yitirdiğinden, doğal güvenlik duygusunu da geri dönüşsüz bir biçimde geride bırakıyor. Güvenliği yerin doğal olanaklarından mekânın soyut olanaklarına terk etmenin kaçınılmaz sonucu bu.
Eskiden arşivim, odamdaki dolapta, klasörler içindeydi. Şimdi bilgisayarımın belleğinde duruyor. Ne dersiniz, yeni yüklediğim güvenlik programına güvenebilir miyim?